19 Eylül 2012 Çarşamba

YAŞAMAYA DAİR


YASAMAYA DAIR
 
1
 
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
                       bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
 
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin,
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
                                    insanlar için ölebileceksin,
                        hem de yüzünü bile görmedigin insanlar için,
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
                        hem de en güzel en gerçek şeyin
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde.
 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye degil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
                                      yaşamak yanı ağır bastığından.
 
1947
 
2
 
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
              bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
                                en son ajans haberlerini.
 
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
                               diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orada ilk hücumda, daha o gün
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
                        fakat yine de çıldirasıya merak edecegiz
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
 
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
 
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
 
1948
 
3
 
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
                       hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
                       yani bu koskocaman dünyamız.
 
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de degil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
 
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunlugu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
 
Nazim Hikmet Ran
Şubat 1948

11 Eylül 2012 Salı

başlıksız..


KAPINI AÇIP,DIŞARIYA HER ÇIKIŞINDA
SANA ÇARPIP, BÖLÜNEN PARÇALARIMLA KARŞILAŞACAKSIN!

DAMARIM ÇÖLE DÖNDÜ,
SESİM ÇAMURA.
OYUNCAĞINI GERİ VER,
İÇİMDEKİ ÇOCUĞA!

YARAMA BIÇAK GİBİ....


YARAMA BIÇAK GİBİ....

GÖLGESİ VURUYOR GÖNLÜME ANILARIN

GÖNLÜMÜN GÖĞSÜNDE UÇUYOR MARTILAR

İFADESİZ YALNIZLIĞIM

İFADESİNİ ALIYOR KALBİMİN HER GECE

NE ÇOK AĞLIYOR GÖZLERİM

NE ÇOK GİZLENİP AYNALARDAN SESSİZCE

 

BEYNİMDE KEDERLİ BİR KEMAN SESİ

BİR SİLAH GİBİ DAYANMIŞ ŞAKAĞIMA AKDENİZ.

BUGÜN AĞLAMADAN İÇECEĞİM

ŞARABIM, ŞARAP,

HASRETİM, HASRET KIVAMINDA.

 

EN ÇOK DÜNÜ YAŞIYORUM YARINA İNAT GİBİ,

EN ÇOK SENİ ÖZLÜYORUM YARAMA BIÇAK GİBİ!