26 Mart 2016 Cumartesi

SULU SEPKEN

                              SULU SEPKEN

Cehennem duvarlarına sıkışmış bir bulutun iç kanamasından sızdık ve yakalandık hayata
Kan buhar yerinden öptük suyu.

Nyssa’nın oğlusun çünkü sen
Sulu sepken bir serüven için Anadolu’yu taşıyorsun koynunda
Bir parça bile yer kalmadı sana ama yurdusun bu yaranın.
Aramızda yatıyor çünkü anadolu.

Artık hangi köyü devirseler
Biz dökülürüz seninle
Ve belki bir gece
Anadolu da devrilir akdenizin üstüne!

Devrim artık tek kelimeden ibaret değildir çünkü

Bir bulutun iç kanama geçirdiği yerde!

Ansızın gelen ölümü seviyorum

Ansızın gelen ölümü seviyorum. Sonsuz bir hızla çarpan alıp, götüren ölümü. Oysa şimdi, burada senin direnişini izliyorum, lanetlenmiş biri gibi yavaş yavaş tükenişini, ölümün gözlerine, ellerine,dudaklarına sızmasını, bütün bedenine yayılmasını, sözcükleri alıp götürüşünü, bakışları tüketmesini, seni yıllardır tanıdığım insan olmaktan çıkarıp bir yaratığa dönüştürmesini izliyorum. Her şey bitiyor ama sen yinede burdasın.Artık hiçbir şey duymadığını söylüyorlar,acıyı bile...
   Kimi zaman gözlerinden bir damla yaş akıyor .Sonsuz bir çaresizlikle yorganı başıma çekip sessizce ağladığım, çoğu zaman ağlamamak için kendimi sıktığım ama içimde yükselen ince sızının gözlerimden inen yaşlara dönüşmesini engelleyemediğim çocukluk günlerime benziyor. Şimdi o acıların nasıl da anlamsız olduğunu düşünüyorum. Büyüdükçe acı azalıyor sanki.Ama sonra bir gün ansızın gözlerde, saçlarda, yüz çizgilerinde, ellerde derin, hiç silinmeyecek izlerle beliriveriyor. Mutluluksa iz bırakmayacak kadar kısa ve çabuk geçiyor.

   Şişedeki sıvı büyük damlalarla akıyor, damlaların sesini duyuyorum. O renksiz sıvı plastik boruların içinden kollarına açılmış deliklere gidiyor.göğsün inip, kalkıyor.bir makine kalp atışlarını sayıyor.sayısız ayrıntıyı bir araya getiremiyorum, getirsem de sana duyduğum sevgiyi karşılamıyor. Bu seninle aramızda geçen sessiz saatlerin, unutulmuş saatlerin kendiliğinden kurduğu bir şey sanki. Makine de kalp atışlarının sesini duyuyorum ama bize yüreğimizde ki boşlukları,o boşluklara yerleşmiş acıları,bilinçten yüreğe, yürekten bilince giden yolların taşıdığı garip görüntüleri gösterecek bir makine yok.


     Zaman geçmiyor, günün azalması, senin biraz daha, biraz daha uzaklaşman o tek tek damlayan sıvıyla ölçülebiliyor.

Mecburiyetmi bu

Mecbur muyuz bu mutsuzlukları yaşamaya, nasıl oluyor da kendimizi mahkum ediyoruz bile bile, insan sevmek ve sevilmek için bu dünyada ise ve sevdiğini iddia ederken nasıl birbirini mutsuz edebiliyor. Vaz mı geçmek gerekir. 

içinde bulunduğumuz bu durumun içinden çaresizce kaçmak istemek. çözüm için hiç bir şey yapamamak. eskimişlik. yorulmuşluk. çaresiz hissetmek.
sahip olduklarını kaybetmekten korkmak. düzelir belki demek.
ahmakça ve salakça

seviyor ve mutlu olmak istiyorum. inanıyorumda